Flaş gelişme: BioNTech / Pfizer aşısının etkinlik oranı değişti!

2023.01.23

Özel Röportaj : ‘Karbonsuz Geleceğe Yatırım Yapan Şirketler Ayakta Kalacak’

Karbonsuz Gelecek bir plan olmaktan yıllar önce çıkıp, artık hayatımızın bir parçası oldu. Bu değişim ve gelişimi artık gözle görmekte mümkün. Altınbaş Üniversitesi’nden değerli akademisyen Doç. Dr. Dicle Yurdakul, Karbonsuz Gelecek hakkında görüşlerini paylaştı.

Dünya’nın farklı yerlerindeki akademisyenler, Karbonsuz Gelecek adına çok değerli çalışmalar yapıp, geleceği bugünden yaşamamızı amaçlıyorlar. Bir akademisyenin çerçevesinden Karbonsuz Gelecek acaba nasıl görünüyor? Diye merak ettik. Uzun yıllar bu konu üzerine çalışmış, Altınbaş Üniversitesi’nden Doç. Dr. Dicle Yurdakul ile Karbonsuz Geleceği konuştuk.

Keyifli Okumalar…

Doç.Dr Dicle Yurdakul’u kimdir? Kendinizi nasıl tanımlarsınız?

1983 yılında Adana’da dünyada geldim. Anne ve babamın işi dolayısıyla Türkiye’nin birçok şehrinde yaşama fırsatı bulduk. Son durak olarak ailem İzmir’de yaşamaya karar verdiler. Benim açımdan da hayatımın kırılma noktalarından biri eğitim hayatımda İzmir’de Bornova Anadolu Lisesi’ndedevam etmemdir diyebilirim. . Özellikle sosyoloji, felsefe gibi alanlarda Bornova Anadolu Lisesi bana çok farklı pencereler açtı. Liseden sonra eğitim hayatım 9 Eylül Üniversite’sinde lisans ve yüksek lisans yaparak devam etti. Üniversiteden sonra kurumsal hayata atıldım. Fakat kurumsal hayatın pek bana göre olmadığını gördüm. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde doktora yaparak akademi hayatımın kapılarını aralamış oldum.

Kendimi bir ‘Davranış Bilimci’ olarak tanımlıyorum. İnsanlar her gün binlerce karar veriyorlar. Ben bir akademisyen ve araştırmacı olarak bu kararların arkasında yatan süreçleri merak ediyor ve araştırıyorum. Doktora çalışmalarım da ağırlıklı olarak bu konular etrafında yoğunlaştı. Çalışmalarımın bir kısmını University of Texas’ta yürüttüm. Doktora tezim insanların kimliklerini tüketim üzerinden inşa ettikleri bir çağda, tüketemeyen, düşük gelirli tüketicilerin kimlik süreçlerinin nasıl etkilendiği ve bu süreçlerde karşılaştıkları zorluklarla nasıl başa çıktıkları üzerineydi. Tezin en ilginç bulgularından biri tüketim toplumunun normları doğrultusunda yaşayamayan kişilerin bu norm dışılığı dini inançlar da dahil olmak üzere farklı düşünce sistemleri üzerinden giderme çabalarıydı. Tez çalışmalarımı tamamladıktan sonra ise ülkeye dönerek öğretim üyesi olarak akademik kariyerime devam ettim.

Sonrasında akademik hayatım Koç Üniversitesi’nde post-doc çalışmalarım ile devam etti. Bu süreçte dünya pazarlama akademisinde çok önemli bir yer sahibi olan Sayın Prof. Dr. Zeynep Gürhan Canlı hocam ile iki yıl boyunca çeşitli akademik çalışmalar yürüttük. Koç Üniversitesi’nde yaptığım akademik çalışmalar UNDP ile birlikte yürüttüğümüz Kapsayıcı İş Modelleri çalışmaları ile devam etti.

Dünya, İklim Krizi ile yeteri kadar savaşabiliyor mu?

Yaptığımız araştırmalarda özel sektör tarafında karşımıza çıkan tablo, sürdürülebilirlik çalışmalarının daha ziyade bir pazarlama-iletişim alanı olarak değerlendirildiği yönünde. Ancak hem çevresel hem sosyal sürdürülebilirlik çalışmalarına bu perspektiften yaklaşmak verimli sonuçlar üretmiyor. Bu çabaların projeler üzerinden ilerlemek yerine doğrudan iş modellerine entegre edilmesi gerekiyor. Bunun yanında kolektif bir anlayışa sahip olmak gerekiyor.

Dünya’nın iklim krizi ile savaşında geleneksel yöntemlerle çözüm mümkün değil. Teknolojiyi katalizör olarak konumlandırmayız. Çok yakın bir zaman öncesinde COP 27 zirvesini yaşadık. Açıkcası benim açımdan bir hayal kırıklığı ile bitti. Bitiş bildirisinde herhangi bir somut taahhüt yok. Ülkeler her toplantıda birkaç söz veriyor. Sözlerin arkasını takip edecek bir mekanizma yok. Bu da bence verimsiz geçmesine neden oluyor.

AB’nin belirlediği 2030&2050 hedeflerini gerçekçi buluyor musunuz?

Tabii ki bunun iki farklı cevabı var. Birisi rasyonel diğeri de temenni boyutunda. Fakat ilk yorumumum şu; bir akademisyen olarak yeni jenerasyonun teknolojiyi kullanarak ne kadar büyük bir değer yarattığına doğrudan tanık oluyorum ve bu anlamda, tabloyu pozitif olarak görüyorum. Örnek vermek gerekirse Türk girişimciler enerji verimliliği, atık yönetimi gibi konularda büyük başarılara imza atan şirketler kuruyor ve dünyaya açılıyorlar. Bu gibi örnekleri hedefleri tutturma adına arttırmamız gerekiyor. Öte yandan, zor bir kriz sürecinden geçiyoruz. Bu tabloyu negatife çeken unsurlardan biri de özellikle ekonomik durgunluk ve belirsizlik dönemlerinde şirketlerin sürdürülebilirlik çabalarını rafa kaldırıyor olmaları. Bu nedenle, sürdürülebilirliğe ciddi anlamda yatırım yapan şirketlerin bir farkı olmalı, bu durum sürekli olarak teşvik edilmeli diye düşünüyorum. Örneğin İngiltere’de sosyal girişimlerin farklı bir yasal statüsü var. Bu çok önemli bir adım. Her ne kadar vergi indirimi vb. desteklerden yoksun olsalar da diğer şirketlerin yararlanamadıkları pek çok farklı imkandan yararlanabiliyorlar.

Sürdürülebilirliğe yatırım yapan firmalar için diğer güzel haber yatırım şirketlerinden geliyor. Artık pek çok büyük yatırım şirketi sürdürülebilirlik konusunda belli kriterleri karşılamayan firmalara finansman sağlamıyor. Bu ve bunun gibi örneklerle hedefe doğru ilerlemeliyiz.

Karbonsuz Gelecek yolunda Türkiye’nin çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?

Son 10 yıldır, Türkiye’nin yolculuğuna yakından tanıklık ettim. Maalesef ki 10 yılda somut bir noktaya gelemediğimizi görüyorum. Sadece konuşarak ve tartışarak geçirdik bu süreyi. Bunun bazı sebepleri var tabii ki. İlki ve en önemlisi ekonomik krizlerden yoğun olarak etkilenen bir ülkeyiz. Daha önce de belirttiğim gibi bu çalışmaları hala ağırlıklı olarak bir pazarlama ve iletişim çabası olarak görüyoruz. Kriz dönemlerinden ilk üstü çizilen de bu çalışmalar oluyor. Fakat, iş modelimize entegre edip, bu çalışmalar sonucunda somut yararlar ürettiğimizde, kolay kolay vazgeçilemeyecek bir değer yaratmış olduğumuzu görüyoruz.

Dünya perspektifinden baktığımda, Karbonsuz Geleceğe yatırım yapanların ayakta kalacağını düşünüyorum. Türkiye, ağırlıklı olarak AB’ne ihracat yapan bir konumda. Yeşil Mutabakat’ta yer alan düzenlemeler, sınırda karbon vergisi uygulamaları şirketlerin faaliyetlerine, ihracatımıza ve ekonomimize doğrudan etki edecektir. Bu anlamda, büyük şirketler Karbonsuz Gelecek yolunda emin adımlarla ilerliyorlar. Fakat, asıl dönüşümü yakalamak istiyorsak, ticari hayatın büyük bölümünü kapsayan KOBi’leri de konuya dahil etmeliyiz. Daha hızlı bir dönüşüm sağlamak adına öncelik alanının KOBİ’ler olması gerektiğini düşünüyorum.

Çocuk ve gençlere Karbonsuz Gelecek bilincini nasıl aktarmalıyız?

Bence bir soru çok kritik; ‘Yapmazsak Ne Olacak?’. Bu soru etrafında çalışmaları adreslemeliyiz. Yeni jenerasyon, dijital dünya üzerinden de olsa bizlerden daha kolektif bir kültürün içinde büyüyor. Karbonsuz Geleceğin temel hamlesi de kolektif anlayıştan geçiyor. Diğer bir nokta ise yeni neslin anlam arayışı. Bizlerin aksine gençler “Ben bunu neden yapıyorum?” diye sık sık kendilerine soruyor ve bu sorunun cevabı üzerinden farklı aksiyonlar, norm dışı kararlar alıyorlar. “Bir şey yapacaksam bir anlamı, bir etkisi olmalı.” diye düşünüyor ve anlamsız, etkisiz buldukları işlere, konulara, kurumlara da tepki gösteriyorlar. Bunun için Karbonsuz Gelecek’i bizden daha fazla sahipleneceklerini düşünüyorum. Bizim jenerasyonumuzun bir ‘Greta Thunberg’ ü yoktu, fakat onların var. Bana kalırsa bu bile bize onlar hakkında çok önemli bir şey söylüyor ve umut veriyor.